Ihlara Vadisi & Selime Katedrali

Ihlara'ya ilk kez bir mart ayında gitmiştim. Selime köyünden girip tüm vadiyi didikleyerek akşam ancak Ihlara köyüne ulaşabilmiştim. Ama kötü kader yine ağlarını örmüştü. Köye vardığım zaman Aksaray'a araç olmadığını öğrendim. Bu mevsimde sadece sabah öğrenci servisi, öğlen de köy servisi çalışırmış. Ben iki aracı da kaçırdığım için ortada kalmıştım. Konuştuğum bakkalın yönlendirmesiyle Akar Pansiyon'un sahibini buldum ve kalacak yer olup olmadığını sordum. Tabi ki saçma bir soruydu. Bütün gün vadide benden başka kimse yoktu, hatta köyde de pek kimse yoktu. Bu mevsimde kim pansiyonu işgal edip doldurabilirdi? Adam istersem kalabileceğimi ama su borusu donduğu için su olmadığını ve ısıtmanın da çalışmadığını söyledi. Kat kat battaniyelere sarılıp uyuyabileceğimi düşündüm, ne de olsa kapalı bir alan o kadar da soğuk olamazdı. Odaya çıktığım zaman yanıldığımı anladım. Çantamı bıraktığım gibi adamın peşinden koşturdum. 5 TL karşılığında bana elektrikli bir ısıtıcı verdi. 20 TL de konaklama ve kahvaltıya vermiştim. Isıtıcıyı taktıktan sonra ayağıma vuran botlarımı çıkarttım, su toplayan yerlere pansuman yaptım. Ama daha uyku saatime çok vardı. Yanımdaki konservelerle karnımı doyurduktan sonra sıkılmaya başladım. Hava çok soğuktu, ben yorgundum ve ayaklarım su toplamıştı. Dışarıda gezecek halim yoktu. Resepsiyona inip rafta duran kitapları karıştırmaya başladım. Hepsi yabancı dillerdeydi. Bir tane askeri hikaye kitabını kaptım ve kahvede oturan pansiyon sahibine gidip ödünç alabilir miyim diye sordum. Bütün kitapların müşteriler tarafından unutulduğunu söyledi, istersem kitapların hepsini alıp gidebilirmişim. Türkçe kitap bulamama şaşırmadım, biz pek kitap okumuyorduk ki pansiyon köşelerinde unutalım. Bütün akşamı Amerikan delta komandolarının kahramanlık hikayelerini okuyarak geçirdim. İşim bitince de kitabı aldığım rafa koydum. Sabah 07:00'de öğrencileri şehir merkezine götüren servise binip Aksaray'a doğru yola çıktım. O zamanlar fotoğraf makinam olmadığı için bütün gördüklerim sadece anılarımda yaşıyordu. Bu yüzden tekrar Kapadokya'ya gitmeye karar verdim...










Selime Katedrali bütün ruhani etkisini bir yana koyduğunuzda bile oldukça ilginç bir yer. Sürekli olarak düz duvara oyulmuş basamaklara tutunarak tırmanıyorsunuz, daracık tünellerde emekleyerek geziyorsunuz, dimdik merdivenleri çıkıyorsunuz, kayarak iniyorsunuz, hoplayıp atlıyorsunuz. Yetişkinler için çocuk parkı gibi bir şey. Çeşitli engelleri teker teker aşıp hepsi birbirinden farklı odaları geçerek katedralin en tepesine ulaşıyorsunuz. Bütün Kapadokya aşağı yukarı bu şekilde. Duracell tavşanı gibi enerjik bünyeler için biçilmiş kaftan, bitmek tükenmek bilmeyen bir heyecan kaynağı...










Tosun Paşa filmindeki yeşil vadi gerçek hayatta bir şeylerden ilham alındıysa, muhtemelen Ihlara Vadisi'nden alınmıştır. Uğruna aileleri birbirine düşürecek kadar güzel bir yer. Melendiz Çayı her bunaldığınızda kafanızı, ayaklarınızı sokabileceğiniz bir serinlik vaad ediyor. Ortasından geçen su kaynağı sayesinde de dar vadi oldukça yeşil bir görünüme sahip. Romalılardan kaçan rahiplerin burada meyve sebze yetiştirip huzur içinde ibadet ettiklerini hayal etmek pek güç değil. Ben orada yaşamasam da orada olduğum için aynı huzur ve dinginliği hissedebiliyorum. Teker teker kiliseleri girip dere kenarından yürümek, sıkıldıkça yamaçlara tırmanıp manzara izlemek insana hayatın güzel olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor...










Ihlara'da yapacak bir şey kalmayınca yine Güzelyurt'taki Aziz Gregorius Kilisesi ve Manastır Vadisi Yeraltı Şehri'ne doğru yola çıktım. Şimdilerde camiye çevrilmiş kilisenin imamıyla biraz sohbet edip avluda merdivenle inilen derin bir kuyu olduğunu öğrendim. İçeri girmek isteyince basamaklar aşınıyor diyerek müsaade etmedi ama kapısını ve ışıklarını açıp fotoğraf çekmeme izin verdi. Yağmurun da bastırmasıyla hemen yeraltı şehrine koşturdum. Daracık bir tünelde emekledikten sonra 3 metrelik bir boşluğa ulaştım. Yeraltı şehrinin alt katına inince diğerleri gibi küçük bir odayla karşılaştım. Yine küçük bir kapıdan daha geçip bir diğer odaya geldim. Bu odada yukarı doğru bir boşluk vardı. Orayı da tırmanınca şehrin girişindeki büyük odaya döndüm. Umduğumdan küçük bir yeraltı şehriydi.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder