Divriği

Doğu Ekspresi'nin son seferinde tanıştığım E ile birlikte gezmek konusunda biraz sohbet etmiştik. İkimiz de Sivas'ı görmek istiyorduk. Birkaç ay sonra tekrar konuştuk ve ilk haftasonu yola çıkmaya karar verdik. Cuma akşam trene binip ertesi sabah Divriği'de indik. Ben aslında Divriği'ye 5 km uzaktaki Demirdağ istasyonunda inip oradaki tren bakım onarım şefliğini de gezmek istiyordum. Ama vaktimiz kısıtlı olduğu için ısrarcı olmadım. İstasyondan ana yola çıkınca dolmuşun tren yolcularını beklediğini gördük ama 15 dakikada yürüyeceğimiz yol için para vermek işimize gelmedi. Otostop çekmek için elimi kaldırdım, ilk araç durup bizi aldı. Aracın şöförüyle Ulu Camii yanındaki imam hatip lisesine kadar gittik. Şöför öğretmen olduğunu söyledi, kurs vermek için okula gelmiş. Kapıda bizi bir grup çocuk karşıladı. Öğretmenle içeri girip duvarlardaki Sivas fotoğraflarını inceleyip teşekkür ettikten sonra çıktık. Daha kahvaltı yapmadığımız için gezmeye başlamadan bir şeyler yemek istiyorduk. Camiye hiç girmeden çarşıya doğru yürüdük. Önümüze iki tane türbe çıktı. Giriş kapıları kilitliydi. Ben alçak çitlerin üstünden atladım, benden cesaretle E de arkadamdan geldi. Fotoğraf çekerken yakındaki benzinlikten birisi gelip kapıyı zorlayarak açtı. Meğerse kilitli değilmiş, sadece sıkışmış. Türbelerin kime ait olduğunu okuduktan sonra bir lokantaya girip mercimak çorbası içtik. Ardından biraz sokakları dolaşıp tekrar Ulu Camii tarafına çıktık...









Divriği'deki üç evden birisi boş, terk edilmiş. Zaten yeşilin olmadığı çorak bir çevrede kurulmuş. Bir de bu sahipsiz evler ilçeyi doldurunca iyice iç karartıcı bir ortam oluşmuş. Bu fiziki hal orada yaşayan insanların yüzüne de yansımış. Kötü veya kaba oldukları için söylemiyorum. Hiçbir art niyetli davranışla karşılaşmadık. Ama insanlar mutsuz, durgun, kendi halinde. Yoksulluk da belli ki çok fena vurmuş. Bizim de yol yorgunluğu ile birlikte fazla enerjimiz yok. Yavaş yavaş ilçeyi arşınlıadık. Karşı tepedeki kale ilgi çekici gözüküyordu ama o kadar yokuş çıkacak güç ve vaktimiz olmadığına kanaat getirdik. Yerlilere sorduğumuzda da burada gördüğümüzden başka bir şey olmadığını söylüyorlardı. Uzaktan fotoğrafını çekmekle yetindik. Ulu Camii'ye ulaştığımızda rüzgar havayı iyiden iyiye soğutmuştu. Fotoğraf makinasını kullanmak için çıkarttığım eldivenimi titreyen ellimle güç bela bulabildim. Ben terk edilmiş binalara ve terk eden insanların hatırasına meraklı olduğumdan E'ye harabe evleri gezmek istediğimi söyledim. Başkasının mülküne girmenin hukuki olmadığını söyledi. Onu camiye yolcu edip biraz kendi başıma gezindim. Birkaç evi taciz edip ilgi çekici bir şeyler bulamayınca da E'nin yanına döndüm. Ulu Camii inanılmaz derecede güzeldi. Taş işçiliği akıl almaz boyutlarda. Bu kadar ayrıntılı oymaların yapılabiliyor olması bir yana, hepsinin bir araya gelmesi ikimizi de şaşırtmıştı. Caminin yanı başına kondurdukları betonarme imam hatip lisesinin ve beyaz plastik nöbet kulubesinin yarattığı görüntü kirliliği bu şaheserin yanında maalesef acı bir tezat oluşturuyor...










Caminin dış cephesini güzelce resimledikten sonra içeriyi gezmek için darüşşifa kısmına girdim. İçerisi daha sade, daha yalın. Ama hala güzel ve etkileyici. Sağımda ve arkamda uzanan merdivenleri çıkıp yukarıdaki boş odaları gezdim. E ile birlikte hala ibadete açık olan mescit bölümüne geçtik. Bol bol fotoğraf çektikten sonra ikimiz de çok üşüdüğümüzü itiraf edip tekrar çarşıya inmeyi kararlaştırdık...










Ben her sokağa girip gezmek istediğim için E fazla sürmeden sıkılmıştı. Onu daha fazla sıkıştırmamak için yavaş yavaş istasyona doğru gitmeyi teklif ettim. İkimiz de trenleri sevdiğimiz için istasyonun külliyesini gezip güzelce vakit geçireceğimizi düşünmüştüm. Tren yolu üzerindeki tünelde ve sağa sola bırakılmış vagonların üstünde bir sürü fotoğraf çekip vakit geçirdik. İstasyonun hemen yanında bir bakım atölyesi görmüştük. İçinde de kimse gözükmüyordu. Atölyede birkaç fotoğraf çektikten sonra bir işçi yandaki odalardan çıkıp hoşgeldiniz dedi. Bir süre sohbet ettik, fotoğraf çekmemizin bir sorun olmadığını söylediler, yardımcı oldular. Atölyeden çıkınca parktaki trenlerin kapılarını teker teker denemeye başladık. Nihayet bir jeneratör vagonunu açık bulduk. İçeride birisi yoktur diye umut ederek girdik ve hızlıca birkaç fotoğraf çekip yaramaz çocuklar gibi olay yerini terk ettik. Trenimizin gelmesine çok az kalmıştı. Biletlerimizi alıp Sivas'a doğru yol almaya başladık.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder