Kemikçiler Mahallesi

Daha önce de gasp edilmiştim. Hem de birkaç defa. Lisedeyken Kızılay bıçak zoruyla selpak satan tinercilerle doluydu. Akşam dokuzda dersaneden çıkıp Güvenpark'a giden hemen hemen her öğrenci bu tinercilerle karşılaşıyordu. Haliyle tek başıma olduğum birkaç sefer ben de gasp edilmiştim. Gerçi tinerciler insaflıydı, biraz bozuk para verince saygılarını sunup gidiyorlardı...


Bu sefer de Edirne'de gasp edildim, hem de bir çocuk çetesi tarafından. Edirne'ye gitmeden önce şehrin haritasını çıkarıp görmem gereken yerleri işaretlemiştim. Muradiye Camii de bu seksene yakın ilgi çekici noktadan bir tanesiydi. Ama buraya ulaşmak için Kemikçiler denilen suç oranıyla ünlü bir çingene mahallesinden geçmem gerekiyordu. Önce hafif bir endişe, ardından merakla mahallenin bir ucundan daldım. Cami mahallenin bittiği noktada bir tepede yer alıyordu. Oraya gidene kadar evlerinin önüne oturmuş sessiz sakin bekleyen Roman vatandaşlarımız beni yine sessiz ve sakince süzdüler. Yine de cesaret edip mahallenin fotoğrafını çekemedim. Çok özel bir yer de değildi zaten, sıradan gecekondu mahallesi, kendi halinde. Nihayet tepedeki camiye vardım ve şehir manzarasını sindire sindire izlemeye koyuldum. Hazirede fotoğraf makinamı çıkartıp tek bir kare çektim. Ardından arkamdaki cami kapısında bir gürültü koptu. 10 tane çocuk ve çocuk yaştaki bir köpek koşarak bana doğru geliyordu. Ne olduğunu anlayamadan "Money! Money! Money! Para!" çığlıkları dört bir tarafımı sarmıştı. Şapşal köpek çok mutluydu, kuyruk sallayıp, dilini çıkartıp, onu sevmemi istiyordu. Çocukların hemen arkasından motosikletli birisi camiye girdi. Ben fotoğraf makinamı saklamak dışında bir şey yapamamıştım. Adam çocukları azarlayıp camiden kovdu, ben teşekkür bile edemeden de çekip gitti. Sıpaların cami kapısına yakın bir yerde mevzilendiğini düşündüğüm için fotoğraf çekmeyi bıraktım. Hızlıca cami duvarlarına çıkıp başka yerden kaçabilir miyim diye bakındım. Ama tepede olduğumuz için duvarlar yüksekti, yanımız da yamaçtı. Mecburen kapıdan çıktım ve birkaç metre ilerleyemeden aynı çete etrafımı sardı. Cüzdanımdaki bütün bozuk paraları çıkarttım, şansıma hepsine yetecek kadar çok bozuk param varmış. Ellerine teker teker verdim ve parasını kapan koşarak uzaklaştı. Aralarında bir tanesi diğerlerinden büyüktü. Onun eline küçük bir bozuk para vermişim, tatmin olmamış. Ben mahalleden çıkmaya çalışırken peşime takıldı, daha fazla para koparmak için bağırıp çağırmaya başladı. Ben o yanımda yokmuş gibi yürüdüm. Sonunda çocuk dayanamadı ve cebinden bir bıçak çıkarttı. "Bak bende ne var, görüyor musun?" Bir evin önünde iki tane güzel, genç çingene kız oturuyorlardı. Beni ve yanımdaki bıçaklı çocuğu görünce utanıp sıkıldılar. Çocuk para verirsem beni mahalleden çıkartacağını, burada yolları çok iyi bildiğini, para vermezsem çıkamayacağımı söyleyip durdu. Bir sokak ayrımına geldiğimizde uzaktan gelen iki tane ergen gördüm. Yanımdaki çocuk bağırıp onları yanına çağırmaya çalıştı ama sesini duymadılar. İşin ciddiye bindiğini görünce cüzdanımı çıkarttım. Pazarlık yapmaya başladık, çocuk önce 20 lira istedi, ben 5 lira vereceğimi söyleyince 10 lirada ısrarcı oldu. Bıçağını kaldırırsa para vereceğimi söyledim. Aleti cebine koyup ellerini havaya kaldırdı. "Bak ben suçsuzum!" diyerek dalga geçti. Eline 5 lira verdim. Parayı kapınca çok mutlu oldu, zıplayıp hoplayarak yanımdan uzaklaştı. Ne de olsa çocuktu. Ben de hızlı adımlar mahalleyi terk ettim. Edirne Müzesi'ne gidip başımdan geçeni anlattım, istirahat eden temizlik görevlileri kahkalara boğuldular. Diğer gitmek istediğim yerlerin çingene mahalleleriyle kesişip kesişmediğini sordum. Geldiğim caddeyi işaret edip buradan sonrası Teksas diye beni uyardılar. Ben zaten Vahşi Batı'yı yaşamıştım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder